14 Kasım 2019 Perşembe günü başlayan Amasya Günlerine, aslen ilçemiz Hacıbey köyünden olan Yazar Gülcan Erdem, ”Mübadil Oldum” ve ”Ayrılık Olmasaydı” isimli kitaplarını imzalamaya etkinliğine üçüncü günde devam ediyordu.
16 Kasım Cumartesi günü kendisiyle yaptığımız kısa röportaj ile kitapları, Amasya Günleri ve yeni projeleri hakkında konuştuk.
“Ne güzel bugün böyle Taşova alanındayız ben İzmirliyim, aslım Taşova’nın Hacıbey köyünden. İzmir’de yaşıyorum ve köyümü özlüyorum Taşova’mı özlüyorum, çünkü orada doğrum, orada okula gittim, orada yalın ayak gezdim köyümde. Ailem balkanlardan gelmiş Samsun’a, Samsun’dan sonra toprak aramak için. Çünkü babam şöyle derdi: ”Ben toprak adamıyım be kızım” yani çiftçiydi, çok yer gezmiş ve karar vermiş, Taşova’ya yerleşmiş, Hacıbey köyüne yerleşmiş, ben de onun evladı olarak orada doğdum ve büyüdüm, benim çocukluk anılarım oradandır. Benim çocukluk anılarım nasıl Taşova’dan Hacıbey’den ise Babamın ve annemin çocukluk anıları balkanlardan Selanik Kayalar kazası, Kozlu köyünden. Onlar da bana anlattı anılarını ve ben hikaye gibi dinledim. Küçüktüm fakat sonraki zamanda anladım ki bu hikaye değil, tarihte yaşanmış acı bir hayat ve gerçek bir tarih. Bunun bilinmesi gerekir, benim bildiğimi insanlara anlatmam gerekiyor dedim ve sorumluluk hissettim. Tarihimizden bildiğim şeyi anlatma sorumluğu hissettim ve yazmaya karar verdim, çünkü anlatıyorum yetmiyor, herkes çok şey öğrenmek istiyor. Soruluyor, bir çok insan bilmek istiyorum babam küçükmüş diyor anlatamaz o veya dedem anlatmış. Ben küçüktüm, keşke bilseydim ama ben annem 22 yaşında, babam 28 yaşında geldiği için oraları yaşamış, tozunu ve toprağını koklamış, karını, güneşini yaşamış ve onlar çok eziyet çekmişler. O güzel yerlerini bırakmış gelmişler. İşte ben o tarihleri ve hatıraları evlatlarımıza, çocuklarımıza kalması gereğini duydum ve bunu bir görev bildim. Olduğu gibi anlattım, onların şivesiyle onlar ne anlattıysa. Babam Hasan arkadaşından bahsederken Hasan demiyordu, Asan diyordu ve ben o nasıl anlattıysa hiç değiştirmemek kaydıyla bire bir anlattım. Annemin Yunanistan’da arkadaşı olmuş Eleni’yi anlattı. Sonra burada arkadaş olmuş Acer’i anlattı, o da Acer dedi. Ben aslında geçmişimiz bir tarihtir dedim. Bilinemeyebilir, insan toplumunu anlatmaya çalıştım, yani bir savaş tarihi değil, o savaşta, o mübadelede, o sürgünde insanların ne yaşadığını merak ettim, araştırdım, onu yazdığım için bu gerçek bir yaşam. İnsan toplumu olarak bilinmesi gereken özgeçmişimiz var, biz özümüzü bilmezsek, tarihimizi bilmezsek nereye gideceğimizi bilemeyen, ortada hisleriyle, duygularıyla, yaşamıyla tat alamayan insanlar oluruz. Güzel tarihimiz var, güzel anılarımız var. O güzel anılarımızın da saygın değerli anılarımızın da birazcık bu devre geçmesi için, devam etmesi için yaşamımız içinde nasihat olarak değil, yaşamımız içinde o güzel adetlerimizi de koymaya çalıştık. Yani mesajlar çok, mesela babam bana yoruldum dediğim zaman çok şaşırmıştı. Yoruldum diyemeyeceğimi anladım, neden? ”E kızım dedi bak daha annen yoruldum demedi” dedi. ”Sen ne zaman yoruldun?” Anneme dedim ”Anne sen yorulmuyor musun?” ”Yoruluyorum be kızım.” ”E niye demiyorsun?” Baban yoruluyor dedi, babama dedim e sen de yoruluyorsun. Annen daha çok yoruluyor dedi baktım ki bana yoruldum deme fırsatı yok ve ben şimdi yorulmuyorum, çünkü yoruldum demedim. Çünkü yorunulmaması gerekir. Bir şey yapılacaksa, yapılacak, üretilecekse üretilecek, bizim görevimiz üretmektir zaten, bunu da öğrendim ben. Üretmeden yemek yok, biz öyle yaşadık, öyle büyüdük, yorulmadık. Yorulmamak bizi mutlu ediyor. Daha sağlıklı daha zinde hissediyorsunuz, yaptığınız işten bıkmıyorsunuz bunu anladım tabii ki. Onları yazdıktan sonra beni arayıp bu kitap sizin değil, bizim olmuş dediler ve devamını istediler. O zaman düşündüm, ben devamını nereden bulacağımı. Çünkü ben ailemi koydum ortaya bir sorumluktur bu. Israr üzerine de beni arayanların da geçmişinden bir şeyler anlatmaya çalışınca, dedim o zaman siz anlatın bakalım bana. O zaman onların anlattığını ben aldım, onların anlatım şivesiyle hepsinin 90’ın üzerinde yaşı var ve hepsi çok sağlıklı. Onların anlatımıyla yazdım, 98 yaşında bir Üsküp Makedonyalı bir Dede var. Dede diyor herkes, bir imza günümde gazeteciler vardı. Sayfasını açtım iki satır okudum. Şöyle yaptı (kitabı gösterir) bu benim kitabım dedi ve gazetecilere de gösterdi. Dedi ki, ”Tebe ya ben ne dedimse aynısını yazmış” dedi. Şimdi o ailelerin öyküleri var, şimdi bir çok yaşlı duydu ve bana haber gönderdi. Ya beni götürün ona ya onu getirin bana. Üçüncü kitabım da öyle çıkıyor. Ben artık bunun sorumluluğunu taşıyorum. İzmir’de oturuyorum, Taşova tarafına gidiyorum köyleri dolaşıyorum. Canlı, yaşamış insanları buluyorum, yaşanmışlıkları dinliyorum kayda alıyorum ve hala yazmaya devam ediyorum. Yazılması gerekiyor, onlar bir emek vermişler çok yaşlı bir kadıncağız anlattı. Dedi ki ”Bak evlat! Biz bu toprağı, bu bayrağı yerde bulmadık” dedi. İkinci kitabımı da o sözle bitirdim. Çok etkilenmiştim çünkü. Şimdi böyle bir görevim var, bildiklerimizi gençlerimize bırakmaya çalışıyorum. İzmir’de de olursa böyle bir etkinlik haberim olursa çok mutlu olurum. İzmir’den İstanbul’a geldim duydum ve Taşova fotoğrafının bulunduğu etkinlik standının içindeyim. Bu birliktelik çok önemli bir şey, bunun her sene yapılması lazım. Bu bir kültürdür, o kültürü yaşatmak ve geliştirerek yapmak gerekir. Geliştirmek de, her yıl yaparak tecrübelerle olur. Yeni yeni üretimler var eskiler var, harmanlayıp gençlerimize ve bütün insanlara duyurmamız lazım. İstanbul’da çok Amasyalı, çok Taşovalı var. Onlarla özleminizi gidermiş oluyorsunuz. Bir şeyler görüyorlar, olması gereken bir kültür bu. Devam etmesi gereken bir kültürümüz var ve ben burada olmaktan çok mutluyum. Sizin de bu kadar ilgili olmanız tabii ki beni çok mutlu ediyor, belediye başkanlarını da kutluyorum. Çünkü bu onların da emeği olmalı, geleceği hazırlamalılar. Çok mutlu oldum geldiğim için.
Yeni kitaplarıyla ilgili sorduğumuz soruya:
”Şimdi düşünüyordum ne yapmam lazım. Konu çok var ama bir arkadaşım bir şey önerdi. Ankara’daydım kitap fuarına gittim, şimdi benim muhacirce konuşmam var. Çünkü ben muhacir köyünde doğdum, okula gittim ve sonra taşındık. Bu muhacir kelimeleri, veya cümleleri, veya konuşma şeklini siz dedi ölürseniz sizin çocuklarınız biliyor mu? Bilmiyor, o zaman neden o kuşağın kendi şivesi ile, o şiveyi kullanarak bir kitap yazmıyorsunuz? Evet yaşanmış bu bir kuşak, bir gerçek dedelerimiz, ninelerimiz bunu yaşamış ve bize bırakmışlar bu hayatı. Tabii ki merak edip isteyenler o kitabı bulursa mutlu olacak O kalacak, benden kalmalı o. Onu düşünüyorum, tamamen muhacir şivesi ile kim anlattıysa, kişinin kendisiyle, kanıtıyla, belgesiyle o şivede bir kitap yapmak istiyorum. Bir de çok önem verdiğim adetlerden birisini sormuşlardı. O da insanlar, o zaman büyüklere, insanlara, doğaya çok saygı gösteriyorlardı. Neden bu kadar çok saygılıydılar birbirlerine. Çünkü yardımlaşıyorlardı, paylaşıyorlardı, paylaştığınız ve yardımlaştığınız kişiye her zaman sevgi saygı zaten gösteriyorsunuz. Çünkü yardım alıyorsunuz, destek alıyorsunuz birbirlerinizden. Ama şimdi o yardımlaşma yoksa, o paylaşma yoksa, kimse kimseyi tanımıyorsa, işin biraz tadı kaçmış oluyor. Yaşamda son olarak anneler, babalar çocuklarına beslenme çantası veriyorlar okula giderken. Beslenme çantasına koymaları gereken bir şey daha var. Sevgi ve saygıyı beslenme çantasına muhakkak koysunlar evlatları için. Bu eksiğimiz var onu rica ediyorum.”