Yıl 2008, Paris’teyim. Beni misafir eden arkadaşlara sordum: “12 Eylül Darbesi’nden sonra yurtdışına kaçan arkadaşlardan kimler var burada?” “Muhittin Gündoğdu var” dediler. “O zaman yarın beni Muhittin’in yanına götürün” dedim. Ama ertesi gün bu isteğim kulak arkası edildi. Nedenini sorduğumda ise: “Alper Hocam, Muhittin kalbini kırar diye endişe ettik, o yüzden…” “Hayır” dedim, “70’li yılların çilesini, acısını, sevincini, öfkesini beraber yaşadığım benim kuşağım benim kalbimi kıramaz; merak etmeyin ben Muhittin ile bir iletişim sorunu yaşamam.”
Ertesi gün Paris’in sanayi bölgesine gittik. Arkadaşlar bir İtalyan kahvesinde beklediler, ben yalnız girdim içeri. Muhittin ile dünya gözü ile ilk karşılaşmamız olacaktı. Beni oldukça uzun boylu, çam yarması biri karşıladı. Kendimi tanıttım, Türkiye’den geldiğimi, Muhittin ile görüşmek istediğimi söyledim. Meğer o çam yarması yiğit Muhittin imiş. Kendini bile tanıtmadan boynuma sarıldı, başını omuzuma koyup hüngür hüngür ağlamaya başladı. Ben kalp kırmaya hazır, öfkeli birini beklerken bu sahneye hazırlıklı değildim, çok şaşırmıştım, ne diyeceğimi bilemedim. Neden sonra ağlayışları durdu, elinin tersi ile göz yaşlarını sildi, camekanlı küçük bir bölmeye geçip oturduk. Hüzünlü ve buğulu bir ses tonuyla başladı konuşmaya: “Kutlu Töre’yi Türkiye yıllarında okumuştum. Ondan da önemlisi siz benim kuşağımdansınız hocam!.. Benim buradaki yalnızlığımı, özlemlerimi, öfkemi siz çok iyi anlarsınız. O yüzden kendimi tutamayıp ağladım, bana da iyi geldi…” “Aynı acılara biz beraber ağladık; kimimiz Kars’ta idi, kimimiz Muğla’da… Mesafelerin önemi yok; kalpten kalbe giden yollarımız vardı. Tek bedendeki ruhlar gibiydik. Beni Paris’te bu sanayi mahallesine getiren de o duygulardır Muhittin” dedim. Eski Türk filmlerindeki sahneleri andıran o duygusal karşılaşmadan sonra sürekli haberleştik. Altı ay kadar önceydi, bir restaurantta karşılaştık. Şen şakrak bir edayla: “Biliyor musun hocam” dedi, “Ülkücü kanserliler teşkilatını kuruyorum.” “Aaa!..” dedim, “kanser mi oldun? Sen beni hep şaşırtıyorsun Muhittin.” Üçüncü şaşkınlığımı, üzüntümü de bugün yaşadım. O çam yarması Muhittin bu dünyadan göçünü toplayıp sessiz sedasız gitmiş. Nerde kaldı o çağlar ki Analar kurt doğururdu, Hilkat insan çamurunu Destanlarla yoğururdu.
Alper Aksoy