Aliye Akkılıç:
Babamın radyosunda 70’li yıllarda çok duyardım adını. Radyo bulunmaz nimetti ve vergisi vardı.
Bu millet oldum olası vergiler ödemiştir, salmalar ödemiştir asla muhasebe edilmemiş olan…
İhsan amcam daha yeni askeri okulda olmalı o yıllarda. Annem onunla ilkokulda beraber okumuş ama 13 yaşında evlenmiş babamla.
O yıllarda – ki 50’li yılların sonu 60’lı yılların başı olmalıdır – henüz çoluk çocuk yok. Geniş aile bireyleri ara sıra demek ki bir araya toplanıyorlar veya ziyaret gerçekleştiriyorlar.
Böyle günlerden birinde, Afulu’da annem de var, orada bulunmuş. İnsanlar toplanıyorlar bir araya. Bir zaman ayarlıyorlar anlaşılan.
Zaten dedemgil üç kardeşler. Kız kardeşleri Gülüşan erken vefat etmiş. Onun evladı olmamış. Üç kardeş de erkek. Zira bu sülalede oğlan çocuğu tekkeyle türbeyle tövbe estağfirullah kız çocuğuna göre daha az dünyaya geliyor.
Bugün çoğu hanede bir veya iki erkek çocuk vardır. Çok nadir erkek baskın aileler de var sülalede. Allah biliyor batını. Onu incelemek gibi bir niyetim hiç olmadı.
Kader dedikleri tam da budur: Gaip sadece mülkün sahibine aittir.
Aralarında konuşuyorlar evlatlar ve daha henüz küçük olan bazı torunlar. “İhsan türkü çığıracak!” Diyorlar.
Dedemin kendi lisanıyla “ağası” Şaban Efendi babasının vefatından bir iki sene sonra koah hastalığından 1948 yılında 55 yaşında ölmüş.
Dedem ve yine dedemin laflarken adını “bizim Halit” diye andığı ağası Halit Hoca hayatta.
Üç kardeşin hanımları hayatta:
Lütfiye, Sündüs, Fehime, Zöhre. Halit Hoca iki evli.
Bu konuşmalar esnasında “İhsan türkü söyleyecek” cümlesi ikide bir tekrarlanıyor. Bekliyorlar. Annem de babasından gelen genlerinde dopdolu olan bir iştiyakla bekliyor.
Türkü Anadolu insanının yarasıdır bir yandan, merhemidir öte taraftan. Çare arar türkülerde dertlerine, yüreğindeki acıyı türkülerle bastırır.
Sevdasını sevincini kederini türkülerle söyler.
Türküler Anadolu insanına yol arkadaşıdır.
Türküler yorgun gönüllerin dermanıdır.
Herkes toplandıktan sonra İhsan amcam türkü söylemeye başlıyor.
Türkülerden ilki bu türküdür. Karacoğlan’dan bu günlere gelmiş dilden dile gönülden gönüle.
“Ela gözlüm ben bu elden gidersem
Zülfü perişanım kal melül melül
Kerem et aklından çıkarma beni
Ağla göz yaşını sil melül melül”
İkinci türkünün sözleri de şöyle:
“Cevizin yaprağı dal arasında
Güzeli severler bağ arasında”
Babamın radyosunda bu türküler çaldığında annem bazen anlatırdı aklında kaldığı kadarıyla hatıralardan. O yıllarda babam yaşıyordu. 1981 yılında vefatından sonra daha çok hatıralarla yaşamaya başladı. Daha çok anlatmayı denedi.
Bütün hayatından dedemin anlattıklarından babasından anasından kalanlardan ebesinden emmisinden emesinden Sündüs anamdan babaannemden Selimlerden Koca abudan Tombili’den anlatır hala. Çoğu çocukluğundan kalanlar…
Evlendikten sonra bizim mahalleye alışmış ve yine kaydetmiş olup bitenleri. Koca Ahmet’ten Samiye abudan Kafiye anamdan, Ayşe haladan, Feride haladan, dedemin dayısının oğlu Osman ve oğlu Ali’den, Emindayılardan, Esoğlardan, Cin Hasan’dan konuşur hala yan yana gelince veya telefonda eğer günündeyse, ruhi durumu elverirse…
1972 yılında bu şimdiki oturduğumuz eve taşındık. Bu mehleden bahseder, yaşadıkarını, hatıralarını canlandırır gözünde gönlünde yeniden. Yaşı ilerledi. Artık bir tarih gibi. Nusret emmimin karısı Zekiye anam uzun süreden beri yatakta. Onunla geçen günlerine dönüyor bazı konuşmalarımızda. “Gelin gataş bişü de yiyek gı” demiş bir gün. O zaman sağlıklıydı ayaktaydı. Demek ki pişirmiş yemişler. Geçen yine konuştuk. Bazı da ket vurur gibi oluyor, dediğini bildiğini unutuyor. Salgından dolayı korkuyor, dışarı çıkmak bir insanla yakın temas kurmak istemiyor. Televizyonuna bakıyor, bitirmek için kendince edindiği işlerini tamamlamaya çalışıyor.
İhsan amcamdan girmiştim meseleye. Karamuk, Akdağ ve Afulu yöresi için “cennet işte böyle bir yer olmalı” diyordu internet üzerinden yaptığımız konuşmalarda. Öylesine sevdalıydı oralara. Aklı oralarda gitti bu dünyadan. İzmir’de yattı kara toprağa. Bu dünyadaki ömrü son dönemlerinde zannediyorum memleket hasretiyle son buldu.
Hastalandığında annemle yine telefonda konuşurken, “tekrar ara da sor” dedi. Bir de “onlar yatınca kalkmazlar” demesin mi? Bizim sülale için diyormuş. Sorunca söyledi. Gerçekten İhsan amcam bir taraftan da beni siyasi kişiliği ile mutlu etmişti. İzmir’de bir ilçede bir partinin ilçe başkanlığını üstlenmişti. O kadar İzmir’e gittim, tatillerimi senelerce o bölgede geçirdim ama hiç görüşemedik.
Acı ama söylemek zorundayım:
Hep el gibi yaşadık. Bu dediğim üç kardeşin çocukları, babaannemin deyimiyle “gazelerin/kazaların imamı” Mehmet Hoca’nın evlatları İhsan amcamın türkü söylediği günlerdeki ortamı asla bir daha hiç bulamadı. Bazı bazı zaman zaman biraz muhabbet oluşsa da o dediğim zamanların tadı, annemin anlattığı o devrin tadı hiç bulunamadı. Gurbet ayrılık hasretlik zaman mekan kuşak mefhumu, bir soy bütünlüğünün, bütünlüğü sıkılaştıracak muhabbetin sağlanamaması, sıhriyet bağlarının öncelenmesi gibi bazı sebepler, belki de bunu gerektirmişti..!
Artık geri dönüş olmaz. Çünkü beşinci kuşak birbirini tanımıyor, tanıyacak gibi de görünmüyor. Uzaklaştı herkes birbirinden ve hem de derinden…
Dünya hayatındakilere cemi cümlesine Yüce Allah sağlık sıhhat selamet versin.
Ahiret yurduna irtihal edenlerin cümlesiyle durakları naim cennetleri olsun!
Allah azze ve celle cümlesine lutfuyla keremiyle rahmetiyle muhabbetiyle muamele kılsın.
Aliye Akkılıç’a da rahmet diliyorum. Enver Seyhan