Amasya İtimat

AKILDA KALANLAR VE YAŞAM HİKAYELERİNDEN KESİTLER…

0
957
Yazan : Enver Seyhan
Yazının aslı: 16 Eylül 2021
Yeniden kısaca tanzim :2023
Metin Eraslan soruyor:
“Abişoğulları boyu hakkında ne biliyorsun?” Bildiğim bir şey varsa o da 1785 yılından itibaren Rus baskısından kaçarak Kırım mülkünü terk etmeleridir.
İkincisi Kazakistan eski devlet reisinin adında “Abişoğlu” soy ünvanının varlığıdır.
Üçüncüsü Kırım’dan ayrıldıktan sonra Anadolu’ya gelen Abişoğulları boyundan bir hanenin Sepetli köyünde yerleşmiş olmasıdır.
Metin Eraslan’ın ifadesine göre Sepetli köyüne yerleşen Abişoğulları boyu Suluca’nın Harmanağılı köyünden muhacir gelmişler.
Harmanağılı ve Eraslan köyleri Amasya’ya 15 km mesafede olup internetten izlediğim kadarıyla bugün Suluova kazasının mahallesi konumundalar.
Sepetli köyünün 1254 R 1838 M yılı nüfus sayımı kaydı Taşova Gazetesi’nde yayımlandı. İlgi alaka duyanlara haber vereyim tekrar.
Ve döneyim Oba köyüne:
Oba köyünün kurulma safhası sanki âyanlıkların kaldırılmasıyla aynı döneme tesadüf ediyor; 1820 ile 1840 aralığında Halamaz ve Sepetli köyleri civarında yerleşme arayışları başlıyor. Belli ki 1840 yılını takiben kalıcı anlamda yerleşmişler; Oba köyü 1850 yılında 10 hane olduğuna göre.
1820 veya 1825 yıllarında, yılları arasında Yenice veya Obayeri mevkilerinden birinde iskan olmak ve köy kurmak için çaba sarf ettiklerini sanıyorum. Bir yandan da Gudüre civarına yerleşmek gibi bir fikir taşıdıklarını düşünüyorum. Davar ağılını buraya bina ettiklerine göre!
İki bin yılında Kehin Altı mevkisinde kesilen pelit ağacının damarlarının veya halkalarının sayısı Oba köyünün kurulduğu yılları tahmin etme konusunda aşağı yukarı fikir veriyor gibi.
Bu konuları çokça işlediğim için tekrar ediyorum kabilinden oluyor ama… Sanki gerekiyor da bazan…
Son devirde, Âyanlık düzeni, devletin yeni bir uygulama biçimi şeklinde ortaya çıkıyor. Kazanın, bölgenin veya şehrin ileri gelenlerinin idari yapı içinde yer almalarını ve etkin rol üstlenmelerini âyanlık düzeni olarak kısaca tarif etmek mümkün. Ayrıca “ileri gelenler” diye vasfettiğim aile veya şahısların devlet tarafından bilinen tanınan hanelere mensup zevattan olmaları muhtemel. Muhtemel değil mecbur! Ancak düzen arzu edildiği gibi yürümüyor; zaman içinde bozuluyor ve feodal bir yapıya bürünüyor.
Âyanlar yönetimden maliyeden güvenlikten sorumluydular. Asker beslemeye ve savaşlara katılmaya mecburdular. Ta ki “paşa” ünvanı dahi alıyorlardı; başarıları ölçüsünde.
Düzenle birlikte halkın omzundaki yük ağırlaştıkça ağırlaştı, katılaştı, kat kat katmerleşti. Düzen ister istemez halkın vergi yükünü katladı. Zira “Âyanlık düzeni” yoluyla ya da Âyanlar tesis ettikleri vakıflar vasıtasıyla mülkler edindiler, geniş ve büyük çiftlikler kurdular. İdari yapıda var olan her işe karışmaya başladılar. Merkezi düzen taşra düzenine evrilmeye yüz tuttu biraz. “Paşa” oldular. Aynı zamanda kazanın veya sancağın silahlı gücünün başındaydılar.
Ahalinin hiç bilmediği görmediği duymadığı hakları elde etmesi konusunda yol açan ve büyük gayret gösteren 2. Mahmut, Rusçuk Âyanı Alemdar Mustafa Paşa vasıtasıyla tahta çıkarıldı. Oysa 4. Mustafa tahtı bırakmak istemiyordu hatta kardeşlerini boğdurtmak arzusu içindeydi. Bu karmaşada kardeşlerden biri sabık padişah 3. Selim öldürüldü. Hükümdar 4. Mustafa kafese sokuldu.
Alemdar Mustafa Paşa öldürüldükten sonra gücünü kuvvetini toplayan 2. Mahmut muktedir olmayı ve hükümran kalmayı başardı.
Çetin olaylar ve gelişmeler düzenin yapısında kökten değişmelere sebep oldu; âyanlıkların suyu kesildi ve kökü kurutuldu. Yoksa az kalsın memleket âyanlar ve ağalar elinde kalacaktı. Ağalığın kökü varır bu tür hadiselere dayanır.
SONUSA kazası arazilerini bilakis HADDADİ ve SEPETLİ köylerini kendisine ve ailesine zürri vakıf tesis ederek bağlayan Canik Sancağı âyanı Hazinedarzade Süleyman Paşa’nın kanımca haksız hukuksuz zoraki sağladığı menfaatlerin suyunun gözü de böylece kurumuş oldu. Mülkler ve çiftlikler yöre halkının olduğu kadar güvenlik ve geçim derdiyle memleketini terk ederek uygun bir mülkte yerleşmek isteyen ve bu gaye ile yer arayan tebaanın uhdesine kademe kademe geçmeye başladı. Vakıf tekelinden sıyrılan arazilerde, düzenin sağladığı imkanlar münasebetiyle konup yerleşmeler çoğaldı. Devlet kanalıyla muhtelif imkanlar sağlandı halk tabakasına.
Civarda iskan olan bir soy da Oba köyünün kurucu boyu OMALAOĞULLARI oldu.
Son tahlilde Niksar yöresindeki yurtlarını yörelerini törelerini bırakarak Çarşamba Kavak Ladik Sonusa dolaylarında yer yurt edinip yerleşmek umuduyla arayış içinde oldukları bariz gibi görünüyor. Bir mezrada yahut bir karyede yerleşmek gayesiyle zamanla yarışmışlar belli ki…
Özel mülk edinme yolunun aralanmasıyla genel olarak Rum nüfusun oturduğu ve yaşadığı Ahilu = Afulu’da iskan olup daimi olarak yerleşmede karar kılmışlar. Aldığım bilgiler tahtında Afulu arazisini sahibinden satın alarak kendi nam ve hesapları adına tapu kaydına geçirmişler. Ahınlu köyünü “güzlek” tam annaçtaki = alnaçtaki Akdağ’da yer alan Baldıran yaylasını “yaylak ve yazlak” şeklinde belirlemişler. Bugünkü görüntü malumat ve bilgiler bu yönde.
Bu arada 1530 tarihli tahrirde OMALU mezra’ası kaydını görünce düşüncem çatallaştı. Dikkat etmemiştim. Kaç kere okudum inceledim tekrar ettim ama hiç bu yönlü düşünmemiştim.
Kırk sene evvel Baldıran yaylasına çokça Ziğdi’den ve Çarşamba’dan gelerek yaylacılık yapanlar mevcuttu. Balcıoğullarına, Tokat’ta haneye dair bir meselenin halledilmesinde yardımcı olmaları hasebiyle hisse ayırmışlar. Onların yaylada hissedar olmalarının sebebi hanenin yüz yüze kaldığı adlî sorunun Balcıoğlu ailesinden bir kişi tavassutuyla halledilmesidir ki hususu işaret etmeden geçersem olmazdı…
Böyle kaldı aklımda. Bilen bildiğini ifade etmekten imtina etmesin; anlatsın ki yeni nesil de haberdar olsun…
Yayla evleri:
Kara çadır kuranlar da ağaç unsurundan eğme veya basit baraka şeklinde ev çatanlar da oluyordu. Ağaç unsurundan çatılan baraka veya evlerin yapımında kullanılan sistemin adına Hacı Mustafa Küçükbaş “ambar boğazı” diyor. Tahta taraba evlerin yapımında ağaçlar birbirine ambar boğazı usulüne göre çatılarak çatısı yonga ile örtülüyordu. Bu yapılarda metal çivi kullanılmıyordu.
Omalaoğulları “kışlak” olarak Oba köyünün mevcut yerini tercih etmişler. Bu sülalenin başı ve belli ki öncüsü Hacı Gülahmet ağadır. Bilenler, Hacı Gülağa namıyla anıldığını anlattılar. Karısı ise, Zuday köyünden “Mastık Karı” namıyla bilinip tanınan kadındır. Mastık Karı Kuru Hüseyinler boyundan Hüseyin’in muhtemelen ablasıdır. Adına ulaşma imkanım olaydı keşke!
O yıllarda (1830 – 1850 – 1860) Mastık Karı’nın kardeşi Kuru Hüseyin Zuday’da ikamet etmektedir. Öteki kardeşler ise Zuday’dan yeni kurulmakta olan Yemişenbükü köyüne göçmüşlerdir. Dinlediğimi anladığımı yazacak olursam Mastık karı, kardeşi Kuru Hüseyin’in Oba’ya yerleşmesini ve iskan olmasını Hacı Gülağa’ya mecbur kılıyor. “Kardeşim Zuday’da yalnız kaldı” diye diretiyor. Neticede Kuru Hüseyin Oba köyünde yerleşiyor. Kuru Hüseyin’in kardeşlerinden devam eden kolu veya soyu ise Taşova’da yaşamaktadırlar. Soyadlarının “Kuru” olduğunu söyleyenler oldu; bundan ötesini bilmiyorum.
Anamın dediğine göre, kocanam ebesi Mastık Karı’nın birkaç sözünü yeri geldikçe tekrar edermiş:
“Gün gelecek göğ yüzünde kanatsız kuş uçacak.”
“Yerde cansız araba yürüyecek.”
“Bina çoğalacak Zina çoğalacak Kıyamet böyle kopacak.”
Mastık Karı’nın doğum ve ölüm yılları belli değil. Ancak çok uzun yaşadığını düşünüyorum.
Sözlerine gelince:
O senelerde duyum alıyor da olabilirler; zira motorlu araba on sekizinci yüzyıl sonunda teyyare ise yirminci yüzyılın başında tasarlandı üretildi ve uçuruldu.
Oba köyü İKİ YÜZ yaşına basmak üzere. Yerleşim yapıldığı sırada Osmanlı Devleti’nde Miri arazi sistemi vardı ve şahısların tapulu arazisi yoktu. Miri arazi devlete vergi verildiği sürece halkın emrine amadeydi.
Tapu kanunu 1858 yılında meriyete girdi.
Fakat bahsettiğim gibi Vakıf sistemini bundan ayrı tutmak gerekiyor. Özellikle vakıflar yoluyla elit tabakadan kimseler (asilzadeler, imtiyazlılar, seçkinler evlatlık vakıflar tesis etmek suretiyle) mal – mülk edinme konusunda halk ile aynı konumda değildiler.
Canik Âyanı Trabzon Valisi Süleyman Paşa da bunlardan biriydi.
1978 veya 1979 yıllarında tapulama esnasında S. Paşa vakıf kaydı ortaya çıkıyor. Amasya Vakfı’nda karşılaştığım ve tanıştığım sorumlu Harita mühendisi konuyu etraflıca anlatmıştı bana. Tabii olarak arazi üzerinden vakıf emareleri kaldırılıyor; zaten 2. Mahmut kaldırmıştı ama…
Cumhuriyetle birlikte bu gibi durumların mazide kaldığını bir mesele hakkında laflarken söz sahibi bir avukatla mütalaa ettiğimi de anımsıyorum.
Âyanlık sistemi veya derebeylik dönemi sonlanınca Sepetli Köyü miri arazisi dahilinde Oba Köyü zor şer iskan oldu. Göçlerle birlikte hanelerin sayısı arttı.
Tanzimat’ın ilanıyla tebaanın lehine bazı düzenlemeler yapılmaya başlandı.
Oba’nın ilk seksen sene zarfında köy statüsü bulunmuyordu. Daha sonra belki 1913 gibi belki 1920 gibi köy statüsüne kavuştu. Tahminimce adını da yerli halk koymuştu. Evvela Sepetli köyünün mahallesi veya mezrası olarak yerleşti ve gelişti, genişledi, büyüdü. Bir süre köyün idaresinde Mehmet Hoca vardı. Bir ara iki köyün birleşmesiyle Sepetli köyü nahiye statüsü de aldı.
Oba köyü yetmiş sene kadar cenazelerini Sepetli köyü geçesine, Hanönü mevkiine gömmüşler.
Savaşlar dolayısıyla erkeklerin cephede oluşundan veya aradaki Destek Çayı’nın bazı geçit vermeyişinden veya omuzda cenazeyi Hanönü’ne taşımanın zahmetinden olmalı ki 1900 yılından birkaç yıl evvel veya birkaç yıl sonra Oba köyü Bademler mevkisinde Mezarlık alanı belirliyor.
Osman’dan olma Kaçak Emine’den doğma Şerife Dayı yani anamın ebesi anamın çocukluğunda evlerinde, Oba köyünün 30 hane olduğunu bildiğini söylermiş durup durup. Anam da konuşmalara kulak misafiri olurmuş. Bazan laflarken yeri gelince tekrar eder; ben de hayattan memattan olaylardan hadiselerden yaşanmışlıklar aklına gelsin de konuşsun diyerek küçük sorularla lafa ortak olurum.
Şerife ebenin kimliği annemden mütevellit soy kütüğü cetvelimde yer alıyor. Rahmetlik Mürüvvet emem de kocası Mustafa Başkaya’dan rivayetle anlatmıştı daha da anlatacaktı ama… Şerife Ebe 1958 gibi 80 küsur yaşında vefat ediyor. 1875 yılında veya sonraki birkaç yıl içinde doğduğunu tahmin ediyorum. Kocası cephede bulunduğu ve geri dönmediği için mizacından dolayı kendisine “dayı” lakabı uygun görülmüş. Goca Memmed dedem 1898’de doğuyor muhtemelen. Soy kütüğümde tarihler kayıtlıdır fakat oraya dönmeyeceğim. Aşağı yukarı durum bundan ibaret değişmez fazla çünkü.
Mesela mezarlık yeri tespiti konusunda; Sohu dede öldüğünde köyde Hatip Hoca varmış ama başka erkek ya yoktu, ya da herkesin işi gücü vardı; Sohu dedeyi gelinleri Ayşe ebe, Fadik ebe, Şerife Ebe gibi üç beş kadın ve Hatip Hoca birlikte yıkayıp Bademler mezarlığına defnetmişler. Belki bu mezarlığa ilk defin!
Genel olarak eli silah tutan tüm erkeklerin cephede olmalarından dolayı kalan insanların da o kıtlık, yokluk, harp darp, zorluk yıllarında iş güç peşinde tarlada bağda bahçede, yaylada ovada olacaklarını düşünüyorum. Harp devam ederken geçim de var bir taraftan… Bir taraftan da cepheye erzak kıyafet temini lazım.
Mehmet Hoca’nın bu uğurda verdiği çabayı gayreti ve mecburiyeti amcamdan dinledim; galiba yazdım da. İskefsir ve Gazalapa önlerine götürülüyor erzak insan sırtında; yüz km demek bu.
Bir hatırat daha:
Koca dedeme ölüm döşeğinde Hatıcınoğlu kaç yaşında olduğunu soruyor ve “83” gibi bir cevap alıyor. 1981 yılının Şubat ayında vefat ettiğini biliyorum.
Hacı Gülahmet’e gelince:
Bu isim genelde bölgemize has olup başka hangi yörede “Gül” ekiyle “Ahmet” ismi birleşiyor; farkında değilim. Malı mülkü hac farizasına el verdiği için hacca gidiyor. “Hacı” lakabı bu itibarla adına ilave ediliyor. Ayrıca malına mülküne zenginliğine binaen “Ağa” namıyla da vasfediliyor.
Aklıma gelmişken bir durum tespiti yapmak istiyorum. Araştırmak ve gerçeğe ulaşmak boylara, boyların torunlarına kalıyor.
-Sohular
-Çakır Ahmetler
-Salihler (Erol)
-Selimler (Akay)
Kızoğlu veya Onuz köyünden göç ederek Oba köyünde iskan oluyorlar. Akraba olduklarından şüphe etmiyorum. Kökleri mazide bir zamanda aynı atada birleşiyor; düşüncem bu.
ES
16 Eylül 2021

Yorum Ekle