Eğitime adanmış kısa bir ömür, değerli eğitimci Fahrettin Aydın’ı rahmet ve saygı ile anıyoruz.
Öğretmen Mustafa Sözkesen’in Öğretmen Anıları yarışmasına gönderdiği yazı.
SÖĞÜDÜN YAPRAĞI
Bin dokuz yüz seksen beş yılının Mart ayıydı. Urfa’ya seksen , Siverek’e kırk beş kilometre mesafede, ulaşımı muadillerine göre nisbeten kolay, elektriği olmasa da kaynak suyu olan köyde meslekteki dördüncü yılımı çalışıyordum.
Köyün ağası öğretmenleri yemeğe davet etmişti. Yemeğin akabinde çiğ köfte ve çay ikram edildi. Evde jenaratör çalıştığı için televizyon izlenebiliyordu. Kalkmak üzere iken ‘’Türkan Şoray ile Kadir İnanır’ın filmi var.’’ dediler. Adı; Deprem’miş. İzlemek için kaldık.
Bugün gaz lambası ışığında değildik. Ağız tadı ile bir film izleyebilecektik. Gençtik, bekardık. Hem de duygusal…
Filmde aşıklar bir türlü kavuşamıyorlardı. Biz de iyice gerilmiştik. Kavuşamayan aşıklara kötü adam eziyet ediyordu. Elleri bağlı birbirlerine umutsuzca bakıyor, sevgilerini türkülerle anlatıyorlardı. Deprem olmuş , ölüm çok yakındı.
“Söğüdün yaprağı narindir narin.
İçerim yanıyor , dışarım serin.
Zeynebi bu hafta ettiler gelin.
Zeynebim Zeynebim allı Zeynebim,
Üç köyün içinde şanlı Zeynebim.’’
Bu türkü on sekiz yıl öncesini ve Fahrettin öğretmenimi hatırlatmıştı. Zeynebim türküsünü bize Fahrettin Aydın adlı öğretmenimiz dördüncü sınıfta öğretmişti.Köyde ona Taşovalı Fahrettin derlerdi. Orta uzun boylu, esmer, sert mizaçlı idi. Çok sert çay içtiği, yüz gramlık bir paketi iki defada demlediği söylenirdi. Ayrıca flüt ve bağlama çalardı,biz de oynardık.
Öğretmenimin adresini öğreneli bir yıl kadar olmuştu.Yazmayı düşünüyordum.
Taşova’nın Andıran Köyü’nde öğretmenlik yapıyormuş. Bugün-yarın yazayım derken unutmuştum. Zeynebim türküsünü duyduğumda “Ah Mustafa, neden öğretmenine yazmayı erteliyorsun! “ dedim.
Mektupta duygularımı ifade ederken on yaşındaki çocukla empati kurarak yazmıştım. Ne güzel bir tevafuktur ki; o yıl ben de dördüncü sınıfları okutuyordum. Çocuklarla birlikte çekindiğim fotoğrafımı da eklemiş mektubu göndermiştim.
Çok kısa bir zaman sonra mektubumun cevabı geldi. Yazısından tanıdım. Çok güzel el yazısı yazardı. Bize de güzel el yazısı yazmayı öğretmişti. Ben de el yazısını güzel yazardım.
Bir keresinde arkadaşım ‘’pekiyi’’ alsın diye güzel yazı ödevini yapmıştım. Öğretmenim durumu fark etmiş, beni cezalandırmıştı.
Mektubunda şöyle diyordu:
“Beni son derece etkileyen ve göğsümü kabartan dizeleri okuduğumda duygulandım hem de çook çok… Eğer kalabalık bir yerde olmasam hıçkırarak ağlamak inan ki hiç…Gözlerimden yanaklarıma doğru inen yaşları gören birine de; “Al sen de oku’’ dedim. Biraz itiraz edecek oldu, özel gibi bir şeyler diyecek ken ısrarım üzerine okudu. O da çok duygulanmıştı. Şöyle bir baktı hiçbir şey demeden… İşte o zaman da göğsüm kabardı, gururlandım. On sekiz sene öncesi bir öğrencimden gelen mektup nasıl duygulandırmaz, gururlandırmaz insanı? Soruyorum sana; elli üç numaralı Mustafa’m nasıl gururlandırmaz!…’’ ifadeleriyle takdir duygularını belirtiyordu.
Bu yaşta öğretmenimden öğretmenliğin nasıl olması gerektiğini öğrendim. Öğrencisini yakından tanımanın önemini yıllar sonra tekrar hatırladım. Tanımadığımıza nasıl rehberlik edebiliriz?
“Zeynebim’’ türküsünü notalarıyla yazıp göndermiş. Bana öğretmenlik yapmaya devam ediyordu. Mektubun devamında diyordu ki; “ Çok sevindim Mustafa’m, çok sevindim öğretmen olduğuna. Maddi olarak tatmin olmasak da manen tattığımız zevklerle gönlümüzü eğlendiriyoruz.
Urfa’daki gaz lambasında verdiğimiz eğitimden yakınırken şunları yazmıştım:
“İlleri var bizim ile benzemez, dilleri var bizim dile benzemez. Ezen ile ezilenin, sömüren ile sömürülenin, filmlerdeki ağaların-beylerin diyarından selam gönderiyorum.’’ Cevabında diyordu ki:
“İlleri ilimize, dilleri dilimize benzemese de, yine bizim oralar, onlar…’’ Öğretmenim yine rehberlik ediyordu.
Karşılıklı yazıştık. İkinci mektubunda şöyle diyordu; ‘’On sekiz sene sonra yazma olanağı veren yaradan, görüşme olanağını verir inşallah…’’
Üçüncü mektup gelmedi. Tatilde ziyaretinde gelmemi ama kendimi tanıtmamı istemişti. Kendisi tanıyacaktı. Ama olmadı. Yüce yaradan görüşme olanağını bu dünyada vermedi.
Söğüdün yaprağı narin olduğu için kırılmıştı. Öğretmenim sınıfta kalbine yenilmişti.
“Söğüdün yaprağı narindir narin.
İçerim yanıyor, dışarım serin.”
Ruhun şad olsun öğretmenim…