12 Eylül 1980 darbesini önemli bir tarih olarak merak edip araştıranlara, o günleri yaşayan tanık olanlardan biri olarak elimizi vicdanımıza koyarak, bu günün rahatlığında bir değerlendirme değil de o günün şartlarında değerlendirerek aktarmak eli kalem tutan her aydının, yurttaşın görevi olmalıdır diye düşünenlerdeniz.
Üzerinden 34 yıl gibi koca bir yıl geçmiş olmasına rağmen yaşananlar unutulacak gibi değildi.
Türkiye’nin her ili ve ilçesinde olduğu üzere aynı mahalle, aynı sokaklarda beraber büyüyen çocuklar sağ ve sol kamplara ayrılmışlardı.Mahalleler ayrılmış, aynı evde farklı fikir taşıyan kardeşler aynı sofrada bir arada yemek yemeyecek derecede bir kardeş kavgası ortamına girilmişti. Her gün onlarca insan öldürülüyordu. Çorum, Maraş gibi illerimizde mezhep farklılıkları öne çıkarılarak toplu katliamlar yapılıyor, ülkenin her yöresinde sağ ve sol cenaha mensup gençlerimiz birbirlerini vuruyorlardı. Meslek grupları ideolojik kamplara ayrılmış öğretmenlerimiz, polisimiz bu ayrışmanın derneklerini kurmuşlardı.
Tüm şehirlerimizin cadde sokak duvarlarına oraya hakim ideolojinin mensupları her gün değişen sloganlar yazıyorlardı. Aydınlar, Belediye Başkanları, Emniyet Müdürleri, Yargı mensupları öldürülüyordu. Halkın güvenliği kalmamıştı. Halk bu kötü gidişten duyduğu korku ve endişe nedeniyle silahlanıyordu.
Ülkeyi idare eden siyasi irade iktidarı ve muhalefeti ile Cumhurbaşkanını seçemiyordu. Ülke tam bir kaos ortamındaydı.
Vatandaşımız bezginlik içerisindeydi. 12 Eylül öncesi ilçemizde yaşanan ve tebessümle hatırlanan bir olay bu bezginliği anlatır;
Köylerimizin pazara indiği kalabalık bir hafta günü… Pazar yerinde çatışma çıkmıştır. Sağ ve sol grupların silahlı çatışması nedeniyle ilçede sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Can derdiyle kaçışan köylülerden biri kendi köyünün traktörü yerine başka bir istikamete giden bir traktöre biner. Traktördekiler hemşehrim bu traktör filanca köye gidiyor dediklerinde :
– Beni bu bilmemne yaptımının yerinden kurtarın da nereye götürürseniz götürün… Der.
12 Eylül’ü hapis yatan, işkence gören sağ ve sol görüşlü gençlerimize, anarşide çocuğunu yitiren bir anne babaya, işkenceden sakat yaşamak zorunda kalmış bir 12 Eylül mağduruna, Çorum, Maraş olaylarını yaşayanlara, evleri iş yerleri kurşunlananlara, polise, öğretmene, subaya özetle o karanlık ve acı günleri yaşayanlara sorsak çok şeyler söyleyeceklerdir.
İşkence bir insanlık suçudur. İşkenceye uğrayan 12 Eylül mağdurlarına hak vererek ve onları tenzih ederek söyleyeceklerimize katılmayacaklarını da bilerek o günlerin tanığı olarak, milletimizin kahir çoğunluğu kardeş kavgasına son veren antidemokratik de olsa bu ihtilali yapanlardan “Allah razı olsun” demişlerdir.
Orgeneral Evren şöyle diyordu;
” Bir defa daha belirtiyorum ki, silahlı kuvvetler aziz Türk milletinin hakkı olan refah ve mutluluğu, vatan ve milletin bütünlüğü ve gittikçe etkisi azaltılmaya çalışılan Atatürk ilkelerine yeniden güç ve işlerlik kazandırmak, kendi kendisini kontrol edemeyen demokrasiyi sağlam temeller üzerine oturtmak, kaybolan devlet otoritesini yeniden tesis etmek için yönetime el koymak zorunda kalmıştır.”
İhtilal sonrası yapılan yeni anayasaya da hiçbir baskı altında olmadan %92 gibi çok yüksek bir oyla kabul oyu verip Kenan Evren’i Cumhurbaşkanı seçmişlerdir.
97 yaşındaki Kenan Evren’i, 89 yaşında hasta yatağında Tahsin Şahinkaya’yı müebbet hapis cezasına çarptırıp, apoletlerini söküp er yapma cezası 12 Eylül’ü bilenlerin ve o günleri yaşayanların vicdanında hak ettiği yeri aldığını sanmıyoruz. 34 yıl öncesinin şartlarını bugünün şartları içinde değerlendirerek verilen bu cezalar inandırıcı olmayan demokratlık ve sahte vesayet kahramanlığıdır.
Biz askerimizin “el koymak zorunda bırakıldık” sözüne inandık. Milletimiz de inandı ama olan o yılların genç fidanlarına oldu.
Tarifsiz acılar çekilen bu zaman diliminde, kan gözyaşı dökülen o anarşi günleri 12 Eylül’ün çileli işkenceli mahkemeli dönemlerini yaşayan, gençliklerini yaşamadan en güzel yıllarını hapishanelerde geçirenlerin çilesi yaşadığımız şu zamanda bu çileyi yaşayanların şerefi ve onuru olarak değerlendirilmektedir.
1970 li yılların anarşi ortamında birbirlerine vurdurulan “kayıp nesil”i o devrin delikanlılarını saygıyla selamlıyoruz. Keşke fikirlerin yanında silah olmasaydı.
Allah o günleri bir daha bu millete yaşatmasın…