Amasya İtimat

RAMAZAN DUYGULARI…

Top beş vakit…akşam, yine kandil kandil
Bayramlaşmakta herkes el el, dil dil
Geldin gelebildin bize tekrar… fakat, ey
Bayram, şekerim bu yıl neden tatlı değil.

“Daralan ruh dünyamızın ferahlandığı, güzel iftar akşamlarının yaşandığı mübarek ramazan ayı”na acıyla başladık. Helikopter kazasında onüç vatan evladımızı yitirdik. Onüç ocağa ateş düştü. Milletimizin başı sağ olsun. Şehitlerimize rahmet olsun.

Ömrü olanlar için ramazanlar toplumumuzun büyük bir kesimini sarmalamaya devam ediyor. Çocukluğumuzun geçmişte kalan güzel günleri, mahallemiz, sokağımız, evimiz ve yıllar içinde yitirdiğimiz tanıdıklar aklımıza düştükçe eski ramazanları özlemle anıyoruz.

Yaşı elliyi devirenlere bugün “ramazan için duygularınız” nedir diye sorsanız size o çok tanıdık tabirle “Ah nerde o eski ramazanlar’ cevabını vereceğinden şüpheniz olmasın. Ama şurası da bir gerçek ki ramazan maneviyatı günümüzün kalabalıklaşan ve betonlaşan şehirlerinde eskiden olduğu gibi derinden hissedilmiyor. Kaybettiğimiz bir çok şey gibi ramazanlardan da çok şeylerin eksildiğini görüyoruz. Kaybettiklerimizin yerlerine yeni şeylerin geldiğine de. Yaşlıların “geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer” diyerek iç çekişleri bundan mıdır acaba?…

Evet bir başkaydı çocukluk günlerimizin ramazanları. Arabaların sokaklarımızı işgal etmediği, bahçeli evlerde yaşadığımız 1960’lı yıllarda şimdi bir mahalle olan Tepe’den atılan topla açardık orucumuzu. Yahya Kemal’in anlattığı gibi ramazanının girmesiyle birlikte yeni bir manevi çehre kazanırdı sokağımız evlerimiz.

“Top gürleyip oruç bozulan lahzadan beri
Bir nurlu neşe kapladı kerpiçten evleri
Ya Rab, nasıl ferahlı bu alem, nasıl temiz”

İftar öncesi sabırlı bekleyişin güzelliğini ve verdiği manevi hazzı oruç tutanlar çok iyi bilirler. İftar topunun ateş ve duman çıkarışını, patlayışını izlemek, ezanın sesini duymak için kırık camlı penceremizin önünde heyecanla bekler, rahmetli babamın iftarın yaklaşan dakikalarında sabırsızlıkla sık sık Nacar marka saatine göz atıp hocaya söylendiği o akşam saatlerinde fakir ama lezzetle tattığımız yemeklerle donanmış yer sofrasında halkalanmış ailemizle birlikte Allah’ın verdikleriyle açardık orucumuzu…

Sonra çaylar içilir ve Merkez çarşı camiinde herkesin birbirini tanıdığı cemaatle kılınan teravih namazlarına gidilirdi. Ramazan geceleri ve özellikle teravih namazları biz çocukların en mutlu oldukları zamanlardı. Çocukların camiye ve ibadete alıştıkları, küçük yaramazlıklarının hoş görüldüğü dakikaların yaşandığı zamanlardı teravih namazları… Ve de teravih namazlarının musikisi Salavat-ı şerif, salat-u selama yüksek sesle katılıp söylemek çok hoşumuza giderdi.

Eskilerde radyolardan, günümüzde değişik televizyon kanallarında dinlediğimiz iftar akşamlarının süsü gün boyu yemeden içmeden iftarı bekleyen bir bedenin ruhu teskin eden, onu huzura kavuşturan ramazan musikisi de ayrı bir ramazan güzelliğiydi.

İslam medeniyeti ve kültürü musikiyi sadece “zikrullah” için kullanmış. İstanbul’da ezanın beş farklı makamda okunma geleneği din ile musiki ilişkisinin en güzel örneklerindendir. Hatta İstanbul’da ramazan gecelerinde kılınan teravih namazlarının her dört rekatında değişik makamlar icra edilip o makamların ilahisi okunurmuş.

Geçmişten günümüze olan kültürel yolculukta ramazanların İstanbul’a has direkler arası etkinlikleri, hacivat karagöz gösterileri, hikmetli sözlerin yazılmış olduğu mahya geleneği ve de çok eskilerde zengin konaklarında davetli, davetsiz misafirlerin eksik olmadığı iftar sofraları ve “lütfedip iftarda soframızı şereflendirdiniz, yoruldunuz, yorgunluğunuzun karşılığı olarak lüften hediyemizi kabul buyurun” manasına gelen “diş kirası” adeti eski ramazanlar için anlatılan bir anı olarak kaldı.

Ancak davul ramazan gecelerinde sokaklarımızın vazgeçilmez musikisi olmaya devam ediyor. Ne var ki şehirlerin büyümesiyle artık maniler okuyarak sokak sokak dolaşan davulcuları değil, mobilize olmuş davulcuları görüyor ve onların hızla uzaklaşan seslerini duyabiliyoruz.

Ramazanın son onbeş gününden itibaren azalan oruç günleri için tatlı bir hüzün yaşanır ve ramazanın bu yılda çabuk geçtiği ifade edilip kederlenilirdi.

Bizim için önemli olan bayramlardı. Bayram namazları da teravih namazları gibi biz çocuklar için ayrı bir güzellikti. Sabah erkenden kalkıp bayramlık elbiselerimizi giyerek camiye gider, namaz çıkışı bütün cemaat ayak üstü kucaklaşır, bayramlaşırdı.

Asıl bayramlaşmalar evde yapılanlardı. Ziyarette öncelik yaşlı akrabalaraydı. Komşu ziyaretlerinde sevgiyle karşılanmak, harçlıkla ödüllendirilmek çocuk ruhumuza hoş gelirdi. Yavuz Bülent Bakiler’in dizelerindeki gibi;

“Ah ramazan günlerinde gördüğüm sevgi
Büyük bir huzurla başlayan sabah”

Yaşadığımız ilçemize gelirsek ramazanının manevi havası eskiden olduğu gibi derinden hissedilmiyorsa da yılın diğer aylarında sessizliğe bürünen “dene pazarı” denilen çarşı meydanında bulunan üç kafe, iftar ve teravih sonrası, bütün gün nefsine hakim olarak ağızlarına tek lokma koymayan müminlerle dolarak, ramazanın mükafatı olan içilen demli çaylar ve yapılan tatlı sohbetlerle alışagelmiş ramazan gecelerinin yaşandığı yerler olmaya devam ediyorlar.

Tüm olumsuzluklara rağmen toplumumuzun büyük bir kesimi atalarından bugüne devşirilen ramazan adetlerini yaşamaya ve yaşatmaya devam ediyor. Değerli hemşehrimiz Prof. Dr. Mehmet Mehdi Ergüzel’in endişelerini paylaşıyoruz.

“Yaşı atmış civarında olanlar ve Anadolu’da yaşayanlar bu güzellikleri çocukken değişik şekillerde yaşadılar. Fakat korkarız ki gitgide bu manevi manzara dağılmakta; şairin “Koptuk o öz varlık olan manzaradan” dediği atalarımızdan yadigar manevi resim solmaktadır. Evlatlarımızı yeniden “öze dönüş” heyecanı içinde kökleriyle barıştırmamız, huzuru başka yerlerde aramalarının ızdırabından kurtarmamız o kadar kolay değil. Hem çağdaş hem milli olmak emek ister.”

Bugünlerde toplumumuzun birlikte yaşanan ve paylaşılan sevinçlere çok ihtiyacı var. Bilinir ki sevinçler paylaştıkça çoğalır. Acılar paylaştıkça azalır. Her şeye rağmen ramazanlar hala çok güzel…

Yorum Ekle

CEVAPLA

Yorumunuzu giriniz.
Lütfen isminizi giriniz.