Amasya İtimat

Meslek Anıları 9b – Kardelenler ve Bir Öğretmen Dünyayı Değiştirir

MESLEK ANILARI

Bir dönem ilçemizde Milli Eğitim Müdürlüğü yapmış öğretmenimizin yazıları.

KARDELENLER VE BİR ÖĞRETMEN DÜNYAYI DEĞİŞTİRİR

Ali Rıza Atasoy
Eğitimci Yazar ve Şair
Taşova Yeşilırmak Şiir Vadisi Grubu Kurucusu ve Yöneticisi

[[Önceki Bölüm/ler İçin Tıklayınız]]

Bölüm: 9 b

O gün, çalışma odamda masamın üstündeki evrak yığını üzerine dikkatimi yoğunlaştırmış şekilde bir taraftan günlük rutin işlerimle, bir taraftan da yanıma girip çıkanlarla ve çalan telefonlarla meşgul bir haldeydim. Bir an odada kimsenin olmadığını ve durmadan çalan telefonların da biraz kesilir gibi olduğunu, aynı zamanda yorgun ve bitkin bir halde olduğumu fark ettim. “Bahçeye çıkıp biraz hava alayım” diyerek dışarı çıktım. Güzel ve güneşli bir sonbahar günüydü, dışarıda güzel olduğu kadar ruha dinginlikle karışık hüzün veren güzel bir hava vardı. Bir an ağaçların dallarında yer yer sararmağa yüz tutmuş ve bahçede çimler üzerinde hafif rüzgârın etkisiyle savrulup hışırdayan birkaç sararmış yaprak gözüme ilişti. Ben “şair” adamım, en çok sonbaharı severim ve en çok bu mevsim hüzünlendirir beni. Zaten sonbaharın bir diğer adı “hazan” dır, hazan ise “hüzün mevsimi” demektir.

Bahçeye çıkınca bir süre usuldan usuldan sararmağa yüz tutan ve tek tük yerlerde uçuşan yapraklara bakarak, aheste adımlarla ve biraz dalgın bir vaziyette bahçenin bir kenarındaki kendi ellerimle diktiğim ağacımın yanına gittim. Ağacımın dalları arasında gözüme ilişen birkaç tane kuru dal parçasını görünce onları ellerimle koparıp temizledim ve aynı zamanda böylece bir bakıma hal diliyle ağacımla hasbihal etmiş oldum. O an –ağaçla gerçekten konuşuyor muydum bilmiyorum- bir an kendi kendime konuştuğumun ayrımına vardım. Bunun üzerine bir an içimden “Kendi kendime konuştuğumu etraftan gören olmuş mudur, olduysa hakkımda kim bilir neler düşünmüştür!” gibi bir takım yersiz ve tuhaf düşüncelerin geçtiğini hatırlıyorum. Sonra etrafıma bakınca, diğer ağaçların arasından benim bulunduğum yere doğru gelmekte olan bir gölge belirdiğini fark ettim. O tarafa dikkatimi yöneltip bakınca da gelenin, emekli öğretmen Hasan hoca olduğunu gördüm.

Hasan hoca, aslen bu ilçeden olup, uzun yıllar başka ilçelerde ve illerde ortaöğretim düzeyindeki okullarda öğretmenlik ve idarecilik yaptıktan sonra, kısa bir süre önce ellili yaşlarda emekliye ayrılmış ve ailesiyle birlikte kendi ilçesine de oldukça yakın sayılabilecek bir mesafede bulunan Samsun il merkezine yerleşmişti. İlçe merkezinde yalnız yaşayan ihtiyar annesi olduğundan ona bakmak ve birtakım ihtiyaçlarını görmek üzere sık sık kendi ilçesine gelip gidiyordu. Ayrıca çocukluk ve gençlik yılları burada geçtiğinden akranlarından, ilçe esnafından ve eşrafından birçok insanı tanıyor ve her gelişinde onlara da uğrayıp hasbihal ediyor, aynı zamanda bir bakıma sılayı rahimde bulunuyordu. Ben de kendisiyle ilçeye geliş gidiş yaptığı o günlerde bir vesileyle tanışmıştım. Tanışıp konuşunca üniversite öğrenciliği yıllarını ve yedek subaylık dönemini Ankara’da geçirdiğini söyledi. Bu nedenle de Ankara’da birçok dostları olduğunu, oralarda gençlik yıllarına dair hatıraları bulunduğunu ve bu yüzden de zaman zaman Ankara’ya gidip geldiğini anlattı.

Konuştukça daha önce aynı ortamlarda birlikte bulunmuş olmasak da her ikimizin de tanıdığı ortak dostlarımızın olduğunu, Ankara’da bulunduğum zamanlarda sıkça uğradığım bazı semtlere ve mekânlara onun da uğramış olduğunu öğrendim. Aynı yaşlarda olmamız ve daha birçok özel alışkanlıklarımız bakımından da kafa dengi bir meslektaşım olduğunu daha bu ilk tanışmamızda anlamıştım. Ayrıca onun da benim gibi bir doğa tutkunu olduğu ve şiirle sanatta birinci derecede uğraşmasa da kültürel ve sanatsal ortamlarda bulunmaktan keyif aldığı da anlaşılıyordu. Bu nedenle daha ilk günde birbirimize karşı bir yakınlık duyduk ve kısa süre içinde de samimi iki dost olduk. Artık ilçeye her gelişinde bana da uğruyor, bol bol Ankara’dan, oradaki ortak dostlarımızdan, müdavimi olduğumuz semtlerden ve mekânlardan konuşuyorduk.

İşte o sonbahar günü Öğretmenevi bahçesindeki kendi ellerimle diktiğim ağacın yanında kendi kendime konuştuğumun farkına vardığım zaman yanıma gelen kişi, bahsettiğim emekli öğretmen Hasan hocaydı. Yanıma gelip de beni o halde görünce “Hayırdır müdürüm bir şeye mi canın sıkıldı, biraz dalgın ve aynı zamanda yorgun görünüyorsun, umarım önemli bir şey yoktur” dedi. Ben de kendisine “Dünyada iş bitmiyor ki Hasan hocam, ne denli özverili olursan ol ne kadar çaba sarf edersen et, hele eğitim öğretim işlerinin eksiklikleri ve sorunları hiç bitmiyor” diye cevap verdim.

Bu sözlerime ilâveten de “İlçeye bağlı birkaç köy okuluna öğretmen bulamadım, köylerin muhtarlarının ve velilerin sorularına her gün kaçamak cevaplar vermekten usandığım bir tarafa, okulların açılmasının üzerinden bunca zaman geçtiği halde o çocukların hâlâ okullarına ve öğretmenlerine kavuşamamış olması, her şeyden önce bir öğretmen ve aynı zamanda bu ilçenin eğitim öğretim işlerinden birinci derecede sorumlu yöneticisi olarak bu durum oldukça canımı sıkmaktadır” dedim. O da “Aman müdürüm, dünya işi zamanla bir şekilde hal yoluna girer, su akar mecrasını bulur, yeter ki hayati bir sorun olmasın” gibi birtakım teskin edici sözler söyledi.

Bu konuşmalarımızın ardından, her karşılaştığımızda olduğu gibi biraz da Ankara’dan ve oradaki ortak dostlarımızdan söz ettik. Sonra da çalışma masamda beni bekleyen evraklarımın başına dönmek üzere kendisinden müsaade isteyip birkaç adım atmıştım ki gayri ihtiyari olarak bir anda geri döndüm. Hasan hoca halen bahçede ve yakınımdaydı, kendisine seslenerek tekrar ona doğru yürüdüm. O da benden tarafa geldi, ağacımın gölgesinde ayaküstü bir noktada tekrar buluştuk ve hemen kendisine “Hasan hoca, sana bir şey söylemek istiyorum” dedim.

Ardından da “Biliyorum ki kısa bir süre önce emekli oldun, kendine göre bir plan program yaparak ailenle birlikte sevdiğin bir kent merkezine yerleştin. Zaman zaman da baba ocağına yani doğup büyüdüğün topraklara gelip gidiyor eş dostla hasbihal edip hoşça vakit geçiriyorsun. Gördüğüm kadarıyla emekliliğe çabuk alıştın ve hayatından memnun olduğun anlaşılıyor” dedikten sonra, kafamdan geçeni söyleyip söylememekte bir kez daha tereddüt edip biraz durakladım. Sonra da konuşmamı sürdürerek “Bütün bunların üstüne böyle bir teklif ne derece uygun düşer bilmiyorum ama hiç değilse yeni bir öğretmen gelinceye kadar şu köy okullarından birisine seni görevlendirsek nasıl olur?” dedim.

Tabi uzun bir çalışma hayatının sonunda kısa bir süre önce emekli olmuş, belirli bir yaş haddine gelmiş birisinin öğretmen de olsa bu yaştan sonra alıştığı rahatını bozarak, uzak bir dağ köyünde birbaşına bekâr hayatı yaşamayı göze alabileceği ihtimalini hiç düşünmesem de kendisine bu isteğimi söylemiş oldum. Bu sözlerim üzerine Hasan hoca hiç duraksamadan ve tereddüt etmeden “Ne demek müdürüm emriniz olur, öğretmen her yerde öğretmendir, öğretmenin emekliliği olmaz, neden olmasın o köylerden birisine ben giderim” dedi. Önce şaka yapıyor zannettim, verdiği cevaba inanıp inanmamakta tereddüt ettim, ama ciddiydi! Çok memnun olmuştum, hemen birlikte benim çalışma odama geçtik ve kendisine isimlerini söylediğim köylerden hangisini istediğini sordum. O ise “Fark etmez müdürüm, siz nasıl uygun görüyorsanız öyle yapın” dedi.

Bunun üzerine hemen Hasan hocanın Yeşiltepe köyü ilkokuluna ücretli öğretmen olarak görevlendirilmesine ilişkin yazıyı hazırlattırıp imzaladıktan sonra vakit kaybetmeden ilgili makamdan onayını aldım ve görevlendirme yazısının bir suretini kendisine verdim. Sanırım bir Cuma gününün mesai bitimine yakın saatleriydi, görevlendirme yazısını alınca “Yarın ihtiyar annemin bir takım ihtiyaçlarını halledeceğim, ertesi gün de Samsun’daki evime geçerek ailemle görüşüp gerekli hazırlıkları yapacağım. Sonra orada ihtiyaç duyabileceğim bazı özel eşyalarımı da kendi arabama attıktan sonra inşallah Pazartesi sabahı köye gidip okulu açacağım” dedi ve benimle vedalaştıktan sonra çıkıp gitti.

(devam edecek)
..

Yorum Ekle