Amasya İtimat

USANDIK…

Naci Konyar

Öyle derler ya “İşin fıtratında var.” Siyasetin fıtratında da makam, mevki, baş olma hırsı vardır. İster teokratik, ister totaliter, hanedan ya da demokratik sistem olsun iktidar yarışında kuşanılan tek silah koltuğu kapma silahıdır. Sistemler farklı da olsa özdeki hırs malzemesi ortak bir unsurdur.

Hırsların yarıştığı, adına millet iradesi denen bu oyunda kazanacağız ümidiyle kaybeden hep milletimiz olmuştur. Çünkü kuralın temelinde hizmet aşkından önce insan benliğini kaplamış olan beşeri hırs vardır.

Tarihimiz  saltanat hikayeleriyle doludur ama siyasilerimiz ibretle izleyip ders almamaya inat etmişlerdir.

Fatih’in ünlü “Nizam-ı devlet için kardeş katline” cevaz veren kanunnamesiyle bazı hükümdarlar kendilerine taht nasip olduğunda ana memesindeki kardeşlerini cellata teslim etmekten çekinmemişlerdir. Fatih, kanuna gerekçe olarak Nizam-ı Alem için dünya düzenini göstermiştir.

Padişahlarda saltanata tek başına sahip olma illeti vezirlerde de farklı değildir. Yavuz Sultan Selim zamanında bir beddua şekli varmış. Hasmının felaketini isteyen şahıs

-İnşallah Sultan Selim’e vezir olursun.. diye beddua edermiş,

Çünkü Yavuz’a vezir olanın başı bir gün mutlaka gidermiş.

Vezirler de, kendi yerlerini alacak olandan şüphelendikleri kişileri

-Engin tecrübenizden devlet yararlanmak istiyor vaadiyle Tuğralı, ümit dolu bir davetnameyle İstanbul’a çağırdıkları şahsı Topkapı Sarayı’ndan girer girmez Bostancılar odasında cellatlara boğdururlarmış.

İnsanda hırs hamuru aynı olunca Osmanlı’dan günümüze devlet düzeninde saltanat kavgalarının şekli değişmemiştir. Gidenler, yerlerine gelenler…

Hep ben, hep bana, her alkış benim, bana biat, itaat şart diyenlerin kuvvet ve kudretleri ne olursa olsun bir zaman sonra mezar taşları başında esen yeller her faniye fısıldadığı gibi onlara da yeraltı şöhretinizden başka bir ünvanınız kalmamıştır diyecektir.

Saltanat dedikleri ancak cihan kavgasıdır

Olmaya baht-u saadet alem-i dünyada vahtet gibi.

Muhibbi ne güzel söylemiş; İktidar dediğin bir dünya kavgasıdır. Gelip geçicidir. Dünyada ebedi ve makbul bir saadet arıyorsan vahdet gibisi yoktur. Yahut dünyalık üstüne çekişme yerine bir köşeye çekilmenin verdiği huzur gibisi yoktur.

Romalı ermiş düşünür de tecrübeye dikkat çekerek: “Benden sonra taç sahibi olacaklara, elimde olmadan acırım. İktidara heveslenmesine, heyecanlanmasına bir mana ve şekil veremediğine hayıflanırım. Siyasetçilerde ve halk idaresine soyunanlarda tecrübeye dayanan bir eğitim yokluğunun olmadığına aklım ermez bir türlü. Nedir bunun sebebi? Biraz da insan ruhunun labirentlerinden olsa gerek o labirentlerdeki mani olunamaz beşeri ihtiras… Demek ki insan ihtirasını eğitmek imkanı yok. ” demiştir.

Beşeri ihtiras manasından hiç bir şey yitirmedi. Romalı ermişin düşünceleri zamanımızda da geçerliliğini koruyor. Günümüz Türkiye’sine bakınız. Demokrasinin vazgeçilmez unsuru dediğimiz siyasi partilerimiz demokrasiyi savunuyorlar ama kendi işlerinde dikdatörlük uyguluyorlar. Lider diktası. Partiler zamanla partililerin partisi olmaktan çıkıyor genel başkanın partisi oluyor. Lidere mutlak bağlılık ve itaat esas oluyor. Partide ikbalin yolu susmaktan ve itaatten geçiyor. Partideki gençler geleceğe hazırlanmak yerine fiziki güç kaynağı genellikle de alkış kıtaları olarak kullanılıyor. Fikir geliştirmeyen çözüm üretmeyen partiler kavga yoluyla toplumu kamplara ayırarak kavgayı tabana yayarak safları sıklaştırıyorlar. Bu nedenle de siyasetin temel gıdası gerginlik ve kavga olmaya devam ediyor.

Asırlardır ülkemizde siyasi hayatımızda lehte ve aleyhte süregelen bu tantana, gürültü yüceltilenler ve lanetlenenler şeklinde bir ayrışmanın sürdürüldüğü demokrasi adını verdiğimiz bu rejimde siyasi sürecin işleyişinde ne yazık ki bir değişme yoktur.

“Yaşasın millet” teranesi içinde demokrasi oyunu oynanmaya devam ediliyor.

Bu tezatlar dünyasının sırrını eli kalem tutanlar, edebiyatçılar, dile getirmeye devam ediyorlar. Ama ibret dersi alınmadığı için galiba kıyamete kadar bu şikayetler devam edecek gibi…

Elimiz  kalem tuttukça yazmaya devam edeceğiz ama Nabi gibi gerçekten usandık…

Bir devlet için çarha temennadan usandık

Bir vasi içûn ağyare müdaradan usandık.

Şu demeye geliyor; Dünyalık için, makam mevki için zamanın hüküm sahiplerine yalvarmaktan usandık; sevdiğimiz şeyleri elde etmek için yabancıya, düşmana, rakiplerimiz yüzüne gülmekten usandık. Nabi, bu beytiyle dünyalık için makam ve mevki elde etmek güç ve kuvvet sahiplerine boyun eğmeyi yeriyor.

Evet tecrübenin değeri paylaşmada ve yanlışların tekrar etmesini önlemededir. Hataların tekrarı, tarih boyunca çok pahalıya mal olmuştur. Tarihten, geçmişten ders alınmış olsaydı bir çok felaketleri önleyebilirdik. Demokrasi tarihimizde vuku bulan krizler ders almamaktan, aynı yanlışları tekrarlamaktan kaynaklanıyor.

Hafıza-ı beşerin nisyan ile malul olmaması için şekvayı dile ve kaleme dökenlerin tarihe işaret levhaları olarak uyarı görevini yapacaklarını umuyor ve diliyoruz.

Yorum Ekle

CEVAPLA

Yorumunuzu giriniz.
Lütfen isminizi giriniz.