Amasya İtimat

SU KAYNAKLARIMIZ PİYASA KURBANI


Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu, “Su yaşamdır, satılamaz!” başlığıyla İstanbul’da, üç gün süren bir panel düzenledi. Yeşilırmak Çevre Platformu da davetliler arasındaydı.


 


Enerji sorunu kalkınmanın can damarı. Ülkemiz, kalkınma için gerekli enerji konusunda çözüm aramakta. Çözüm için çok öneri var. Bunlar tartışılıyor. Daha da tartışılacak. En doğrusunu bulacağız. Buna örgütlü bir katılım gerekli.


 


Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) geçtiğimiz hafta çok önemli bir açıklama yaptı. Cengiz Göktaş imzalı bu yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum.


 


Son yıllarda ülkemizin birçok bölgesinde farklı tip ve özel­liklerde hidroelektrik santral (HES) projeleri gündeme gelmekte ve bu yatırımlardan dolayı da ciddi toplumsal tepkiler oluş­maktadır.


 


Bu alanda süren tartışmalar ise bü­tünlüklü bir yaklaşımdan uzak, enerji ve çevre ikilemi içerisinde, her yörenin ken­di özgün konumu ile sınırlı olarak sür­dürülmektedir. Son iki yıl içerisinde (özellikle Doğu Karadeniz, Çoruh ve Munzur Vadisi olmak üzere) ülkemizin hemen her yerinde irili ufaklı akarsular üzerine özel şirketler eliyle inşa edilmeye başlayan HES projeleri, ne kurulacak santrallerin özellikleri, ne yer seçimle­ri, ne de toplumsal fayda ve maliyetler açısından doğru bir analiz yapılmadan gündeme getirilmektedir.


 


Oysa küçük ölçekli HES projele­rinde yapılması gereken şey, enerji ve çevre ilişkisini doğru bir zemine oturtup, mevcut yatırımları toplumsal yarar te­melinde bilim ve tekniğin ışığında yöre insanları ile birlikte tartışmak ve so­nuçlarım bütün kamuoyu ile paylaşmak olmalıdır. Ancak böyle bir gerçeklik üze­rinden doğru bir öncelikler sırası belir­lenerek yapılacak yatırımlarla, enerji ala­nında yüzde 74’e ulaşan dışa bağımlı­lığımız belirli bir dengeye getirilebilir. Ülkemizin normal koşullarda her yıl belli bir düzeyde artmaya devam eden elektrik enerjisi talebim karşılamak üze­re, yenilenebilir enerji kaynaklarımız ola­rak tanımlanan hidrolik, rüzgâr, jeotermal güneş, biokütle ve biyogaz olmak üzere doğayla barışık temiz üretim tek­nolojilerini kaynak çeşitliliği içerisinde değerlendirmek enerji politikalarının esası olmalıdır.      


 


Başta küçük ölçekli HES projeleri olmak üzere ülkemiz gündemine gelen bir çok enerji yatırımında sorun tam da bu noktada düğümlenmekte, konu enerji yatırımları ve yöresel tepkiler ekseninde, doğa ve insan yaşamında ortaya çıkacak olumsuzluklar üzerinden mühendislik-teknoloji ve üretim karşıtlığına varan bir karşı çıkışa dönüşmektedir.      


 


Bu tepkilerin temel nedeni ise, gündeme getirilen projelerde gerçek bir havza planlaması, çevresel etki değerlendirme (ÇED) ve uygula­nabilirlik koşullarına bakılmaksızın yö­rede yaşayan insanlar yok sayılarak hareket ediliyor olmasından kaynak­lanmaktadır.


7 yıllık hayalin sonucu 500 MW


Özel sektör HES projelerinin sorunlarının giderilmesi için Temmuz ayında DSİ’de yapılan toplantıda su kaynaklarının özelleştirilmesini sağlayan 26 Haziran 2003 tarihli Su Kullanım Hak­kı Anlaşması Yönetmeliği Türkiye için milat olarak sunulmuştur. Açıklamala­ra göre o tarihten bu yana 24 bin 969 me­gavat (MW) toplam kurulu güce ulaşa­cak 1611 adet HES projesinin 1583’ü için başvuru alınmış bulunmaktadır. Milat kabul edilen tarihte Türkiye’nin toplam hidroelektrik kurulu gücünün 12 bin 578 megavat olduğu, bunun da 11 bin MW’lık bölümünün kamu tarafından yapılmış hidroelektrik santralleri tarafından oluşturulduğu görülmektedir. Milat kabul edilen 2003 yılında toplam 35 bin 587 MW olan kurulu güç içeri­sinde hidroelektrik santrallerinin payı yüzde 35.3’tür. Aradan geçen 7 yıllık za­man içerisindeki gelişimi incelediği­mizde hidroelektrik kurulu gücünün yüzde 20 artışla 15 bin 95 MW’a ulaş­tığı, toplam kurulu gücümüzün 46 bin 304 MW olduğu, toplam kurulu güç içe­risinde hidroelektrik santrallerin payının ise yüzde 32.6’ya kadar gerilediği orta­ya çıkmaktadır. Söz konusu serbest pi­yasa mantığının işletildiği dönem içeri­sinde yapılan hidroelektrik santral yatırımları ile sadece 2 bin 500 MW’lik yeni yatırım devreye alınabilmiştir. Yani dillendirilen 23-24 bin MW’lık yatırımın yalnızca 2 bin 517 MW’ı gerçekleşmiş olup, bunun da 2 bin MW’lık bölümü ka­munun önceden yatırımı başlanmış olup, tamamlanan projeleriyle sağlanmıştır. Özel sektörün HES yatırımı yalnız 500 MW ile sınırlı kalmış olup, bu da 7 yıla yayıldığında 71 MW gibi çok düşük bir düzeye işaret etmektedir. Nitekim günlük yaşama da bu gerçekleşmeyen yatırımlar HES lisans tüccar­lığı olarak yansımıştır.


 


Ülkemizin teorik olarak 433 milyar kilovat saat (kWh), teknik olarak da 216 milyar kWh’lık potansiyele sa­hip olduğu, bugünkü üretimin ise 51 milyar kWh’de kaldığı dikka­te alındığında da hidroelektrik potansiyelin değerlendirilmesi­nin kar hırsına bırakılamayacak kadar önemli bir konu olduğu or­taya çıkıyor.


Karadeniz’de HES sancısı


Halen yoğun olarak tartışı­lan HES projelerinde özellikle nehir tipi hidroelektrik santral li­sans sayısında ciddi bir araş ya­şanıyor. Doğu Karadeniz’de yoğunlaşan HES projeleri için­de Trabzon, Rize, Giresun ve Artvin’de 341 firma, hidro­elektrik santral yapımı için kurumlara müracaat etti. Bun­ların 73’üne izin verilirken, 17’sinin inşaatı ise mahkeme kararıyla durduruldu. Trab­zon’da 76 HES projesi ge­liştirilmişti.  Bunlardan 27’sinde halen çalışmalar devam ediyor. Rize’de ge­liştirilen 67 HES projesin­den 8’inin inşaatı fiilen başladı. HES’lerden 17’si hakkında ÇED olumlu raporu alınırken, kalan 42 proje henüz fizibilite aşamasında bulu­nuyor. Giresun’da 82 HES projesi için müracaat yapılmıştı. Bunlardan uygun görülen 12’sinmçalışmalanhakn devam ediyor. Doğu Karadeniz yöresinde 116 projeyle en çok HES başvurusu yapılan il Artvin. Bu ilde 25 HES projesine başlandı. 53 proje ise fizibilite aşamasında.


1971 yılında dünyanın sayılı güzelliğine ev sahipliği yaptığı için Milli Park ilan edilen Munzur Vadisi’nde ise Konaktepe I ve Konaktepe II HES ve bunlara su tutmak için yapılacak 6 barajla birlikte toplam 8 barajın yapılması planlanıyor.


HES’lerin olumlu özellikleri yok ediliyor.


Yani bir taraftan HES potansiye­linin değerlendirilmemesi, diğer ta­raftan da yapılan projelerde ciddi çevre sorunlarının yaratılması söz konusu. Tüm bu HES projelerinin gündeme gelişinde konuyu enerji kaynaklarımız ve üretim politikaları­mız açısından hangi eksene oturtma­mız gerektiği önemli bir ayırım nok­tası. Genel doğrular açısından bakıl­dığında HES’ler yerli ve yenilenebi­lir enerji kaynağımız olarak elbette ül­kemizin enerji ihtiyacının giderilme­sinde önemli bir varlığımızdır.


 


HES’ler ilk kuruluş maliyeti yük­sek olmakla birlikte işletme maliyeti çok düşük olup; uzun vadede ucuza elektrik üretim olanağı sağlamakta­dırlar. Su kaynaklarının diğer fosil enerji kaynaklarına göre ucuz ve te­miz girdi niteliğinde olması da HES’lerin ekonomik değerini artırmaktadır. Toplumsal açıdan değerlendirildi­ğinde, HES’lerin yenilenebilir enerji kaynaklan kapsamında çevreci yön­temlerle elektrik üretim olanağı sun­dukları da görülmektedir. Teknik ola­rak da HES’lerin devreye alınıp çı­karılmaları çok kolay ve hızlı ol­maktadır. Bu nedenle ani talep araş ve azalışlarında HES’ler ciddi avantaj sağlamaktadırlar.


 


Hidroelektrik santrallerinin tüm bu olumlu özelliklerine rağmen yaşadı­ğımız süreçte yapılanlar, kamusal so­rumluluk ve planlamadan uzak olarak şirketlerin karlılık temelinde geliştir­diği projeler olması nedeniyle doğal güzellikler, bitki örtüsü, insan yaşamı ve kültürel hayat üzerinde olumsuz et­kiler barındırmaktadır.


 


Özellikle Doğu Karadeniz Böl­gesi’nde denetimden uzak, doğa kat­liamına dönüşen projeler sürdürül­mektedir. Tüm bu olumsuzluklar kar­şısında yöre halkı başta olmak üzere duyarlı kişi ve kurumlar yargıya baş­vurmakta; ÇED raporlarıyla ilgili so­runlar nedeniyle de bu projelere yar­gıdan büyük ölçüde yürütmeyi dur­durma ve iptal kararlan çıkmaktadır. Kamudaki kurumsal yapının büyük ölçüde tasfiye edilme­siyle yaratılan denerim zafiyetine bölgesel jeo­lojik olumsuz şartlar da eklendiğinde kar amaç­lı HES yatırımlarının ciddi faciaları bünyesin­de barındırdığı önemli bir gerçekliktir.


 


Ucuz elektrik olanağı yok ediliyor


HES’lerin serbest piyasa mantığına tes­lim edilmesi, hidrolik kaynaklardan ucuza elektrik sağlama olanağını da ortadan kaldırmaktadır. Bu durumun en somut göstergesi, kamu tekeli döneminde HES’lerden ucuza yapılan üretim ile pahalı kay­naktan sağlanan üretimin paçallanması yoluyla maliyet dengelemesine gidil­mekte iken, bugün “dengeleme ve uz­laştırma sistemi” olduğu söylenen elektrik borsasında ucuza üretilen elektrik yüksek kârlarla satılmaktadır. Yüksek getiri vadeden, kamu üzerin­den tahsilat garantili bir alan haline dönüştürülen elektrik piyasası, kâr arayışındaki sermaye gruplan için cazibeli bir alan haline gelmiş, diğer sektörlerden buraya doğru hızlı bir ilgi akışı başlatılmış, ülkenin enerji alanındaki yatırım güvenliği bir yana, ga­rip bir lisans ticareti alıp başını yü­rümüştür. Oluşturulan yapının bizati­hi kendisi, yerli ve yenilenebilir hid­rolik kaynaklarımızın değerlendiril­mesi önünde engel oluşturmuştur.


 


4628 sayılı Elektrik Piyasası Ka­nunu sonrasında HES projelerine yö­nelik olarak sürdürülen rant dağıtım anlayışı, gıda şirketlerinden medikal şirketlerine, hatta spor kulüplerine kadar ehil olmayan çok sayıda tüzel kişiliğin HES yapmaya kalkışmasıyla sonuçlanmaktadır. Mevcut yapı çantacılar olarak anılan lisans sim­sarlarım türetmiş, gelinen noktada kimliği belirsiz şirketler eliyle HES li­sansı satın alınmaya çalışılmaktadır.


 


4628 saydı Elektrik Piyasası Kanunu’nun ardından kamunun yeni yatırımları durdurulmuş, HES’ler de bu kapsamda tamamen plansızlığa bırakılmıştır. Oysa ülkemizin hidrolik kaynaklarının bedelli-bedelsiz olarak santral kurmak üzere özel ellere bırakılması, Anayasa’ya ve kamu yararına aylandır.


 


Piyasacı yapılanmanın tahribatı


Sonuç olarak, enerji alanında ya­ratılan piyasacı yapılaşma, yenilene­bilir hidrolik toynaklarımızın çevre­ye duyarlı bir şekilde değerlendirilmesi önündeki en büyük engeldir. HES’ler de bu kapsamda tamamen plansızlı­ğa bırakılmıştır. Anayasa’daki doğal servet ve kaynakların mülkiyetlerinin devredilemeyeceğine ilişkin açık hük­me rağmen, ülkemizin hidrolik kay­nakları, su kullanım hakta ve lisans da­ğıtımıyla pazarlanmaktadır. Ya­pılan işlem doğal kaynakların özel şirketlere devri ol­ması nedeniyle açıkça Anayasa’ya aykırıdır.


 


Günümüzde suya erişim ve te­miz su kaynakları­nın adil kullanıl­ması en temel insan hakkıdır.   Sorun enerji üretimi adı altında su havzala­rı ve su hizmetleri­nin ticarileştirilerek şirketlere devredilmesi, yani insanla­rın akarsuları ve derelerinin metalaştırılması sorunudur. Neticede, çarpık bir anlayışla da­yatılan HES yatırımlarını, enerji üre­timinde bir zorunluluk olarak değer­lendiren ve insanların duyarlılıklarını görmezden gelerek, konuyu sadece mühendislik projesi temelinde ele alan yaklaşımların ne toplum sosyo­lojisi ne de insan eriği ile bağdaşma­sı mümkün değildir


 


  *                                      *                                      *


1940 kuşağının en genç şairi Arif Damar (Barikat) da aramızda ayrıldı… Seni her barikatta anımsayacağız… Gitme kal/ Nice nice acıları aklına getir/ bunca yoksulluğu aklına getir/Gözyaşlarını aklına getir// “Gitme kal”/Var yok dinlemez/Bir Çocuk isteğidir./Gitme aklına getir…


Anısını yaşatacağız.


Hoş ve esen kalınız.


 


 

Yorum Ekle

CEVAPLA

Yorumunuzu giriniz.
Lütfen isminizi giriniz.